25 Kasım 2010 Perşembe

Şeytan minaresi kimdeyse o konuşur / Sineklerin Tanrısı

Sineklerin Tanrısı filmide (1990 versiyonu), kabaca, Robinson Crusoe’ya benzemektedir. Filmimiz bir grup askeri okul öğrencisini taşıyan uçağın düşmesi sonucu, kurtulan öğrenciler ve tek bir pilotun hayatta kalma mücadelesini işlemektedir. İki eserin konuları birbirine bu kadar benzerken, konu ilerledikçe hikayenin çok farklı yönlere ilerlemesinin nedenide adada yaşayan insan sayısıdır. Robinson Crusoe yalnızlığı anlatırken, Sineklerin Tanrısı toplum olabilme çabasından bahsetmektedir.
  
Hepimiz Robinson Crusoe’yu biliriz. İlla kitabını okumuş olmamız gerekmez. Ordan burdan edindiğimiz duyumlarla kitabın konusu hakkında fikir sahibi olmuşuzdur. Robinson Crusoe bir kaza sonucu adada yalnız başına yaşayan adamın öyküsüdir kısaca. Gün ve gün ıssız bir adada nasıl bir uygarlık kurduğunun ayrıntılı hikayesi. Yazar bize sadece Robinson’un hayatta nasıl kaldığını anlatmıyor, bize Robinson’un nasıl « insan gibi kaldığından da » bahsediyor. Mcgyver misali herşeyden anlayan Robinson’un medeniyet kurma öyküsü bana inandırıcı gelmediğinden olsa gerek bu durum beni başka bir romana yönlendirdi. 


Sineklerin Tanrısı filmide (1990 versiyonu), kabaca, Robinson Crusoe’ya benzemektedir. Filmimiz bir grup askeri okul öğrencisini taşıyan uçağın düşmesi sonucu, kurtulan öğrencilerin ve tek bir pilotun hayatta kalma mücadelesini işlemektedir. İki eserin konuları birbirine bu kadar benzerken, konu ilerledikçe hikayenin çok farklı yönlere ilerlemesinin nedenide adada yaşayan insan sayısıdır. Robinson Crusoe yalnızlığı anlatırken, Sineklerin Tanrısı toplum olabilme çabasından bahsetmektedir.


Toplum olma çabası diyorum çünkü herşey, bir anlamda, resetlenmiştir. Bu hikayenin sıfırdan başlama üzerine kurulu olmasının nedeni medeniyete dair hiçbir izin olmamasından çok medeniyetlerin üstüne kurulu olan otoritenin varolmamasıdır. Filmde geçtiği gibi bir grup çocuk için otorite biz yetişkinlerdir. Yapabilecekleri yada yapamayacakları herşey bağımlı oldukları yetişkine bağlıdır. Ama adada tek bir yetişkin bulunmaktadır ve oda ağır yaralıdır. Simgesel olarak karşımızda işlev göremeyen bir otorite vardır.


Bu kadar olumsuzluğa rağmen çocuklar bir nebzede olsa şanslıdırlar. Askeri okul öğrencilerinden oluşan bu grubun üyeleri öyle yada böyle bir disipline sahiptirler. Askeri okul öğrencisi olmalarının bir diğer özelliği hepsinin üniforma sahibi olup, rütbeler sayesinde, sosyal statüye sahip olmalarıdır. Yani kendileri bir lider seçip düzen kurmaya gerek kalmadan, hali hazırda varolan sisteme devam etmeleri onlar için büyük avantaj olmuştur. En azından başlangıç için.


Roman dolayısıyla senaryo bir yaratıcı zekanın ürünü değildir. Sir William Golding’i daha çok iyi bir gözlemci olarak tanımlayabiliriz. Otoritesiz bir otamda bir grup insan ne yapar sorusunu çok güzel yanıtlamıştır. Bu soruya ben cevap vericek olsam, büyük olasılıkla Golding’le aynı cevap verirdim.


Şeytan minaresi kimdeyse o konuşur. Çocuklar arasında en yüksek rütbeye sahip Ralph’in ilk koyduğu kuraldı bu. Eğer alakasız insan topluluğundan, bir gruba geçiş yapılacaksa bu geçiş kurallar sayesinde olucaktır. Grup, belli bir amaç için toplanmış insanlara verilen addır. Ve adada yaşayanların toplanma amacı hayatta kalmaktır. Hayatta kalmaksa su, yiyecek ve barınma gibi ihtiyaçların karşılanması anlamına gelmektedir. Ve her insan gibi, bu ihtiyaçların bir kişi yerine birçok kişi tarafından karşılanması daha kolaydır. Eğer belli kurallar dahilinde insanları topluyor ve o kurallara uymasını sağlıyorsanız, medeniyete doğru ilk adımı atmışsınız demektir.


Kurallara uymak hepimizin yararınadır. Ama sadece sizin uymanız yetmez, karşınızdakide kurallara uymalıdır. Araba kullanırken bütün kurallara harfiyen uysanız bile, alkollü bir kamyon şöförü bir kamyonu üstünüze kırabilir. Sonrası göte pamuk tabi. Bu yüzden kurallara uymak kadar kurallara başkalarınında uymasını sağlamak zorundayız. Eğer bunu becerirseniz, örf, adet gibi yazılı olmayan kuralları medeniyetinize katmışsınız demektir. 


Ama kuralların sağlayacağı yarar yada onlara uyulmadığı zaman görüceğiniz zarar herkes için eşit etkide değildir. Küçük bir kabileyseniz, elma toplayanla avcılık yapan arasında fark olması kaçınılmazdır. Avcı kendi hayatını tehlikeye atıp, daha çok efor sarfedip, akşam yemeği için lezzetli bir hayvan yakalayıp elma toplayanla aynı seviyede olursa o grupta sorun çıkması kaçınılmazdır. Bu yüzden filmde başta aralarında ayrım olmayan çocuklar « avcılar » ve « diğerleri » adı altında ikiye bölünüyorlar. Eğer başınıza bu gelirse toplumunuz ilk sınıfsal bölünme gerçekleşmiş olucaktır.


Gruplara bölünmenin tek nedeni, yapılan aktivite farklılıkları değildir. Sahip olunan güçte buna neden olabilir. Eğer elinizde bir başkasına istediğinize yaptıracak güce sahipseniz ki bu genelde silah olur, bu sizi diğer « güçsüzlerden » ayıran önemli nokta haline gelir. Sınıfsal ayrımı yaparken ben senden üstünüm yada farklıyım demek yetmez. Bu ayrım simgelerle süslenmelidir. Bu yüzden Jack ve çetesi suratlarına kan sürerler. Artık onlar diğerlerinden farklıdırlar. Buna benzer ayrımlar daha abartılı ve ayrıntılı biçimde günümüzde de devam etmektedir. İnsanların kıyafetlere, takılara, arabalara servet akıtmasının « benzerliyle biz, farklı olanlara diğerleri » deme içgüdüsünden başka birşey değildir. 


Bölünme başladıktan sonra, eskiden konulan kurallar geçerliliklerini kaybetmeye başlarlar. Varsayılan otorite, bölünme sonucu, yaptırım gücünü kaybederse, grubun geleceği karanlık demektir. Çocuklar adaya düştükten sonra Jack silahlı bir güce dönüşmüştür. Yani Ralph’in otoritesinin  yanında ikinci bir otorite olarak karşımıza çıkmıştır. Ama dikkat ederseniz ilk başta ikinci otoritenin çıkması ve « Jack’in grubunun yükümlülüklerini yerine getirmemesi » sonucu yaşanan bölünme çok sert değildir. Nerdeyse yarı yarıya yaşanan bölünmenin şiddetini artıran unsur korku olmuştur.


Mağradaki canavar, ilkelde olsa topluluk olma yolundaki son adımın atılmasını sağlamıştır. Bu son adım bir inanış sistemidir. Artık çocukların korktuğu bir üst güç ve onları o güçten koruyacak bir liderleri vardır. Liderleri o güce saygı duyarken, korunma içgüdüsüyle çetenin elemanları lidere itaat etmeye başlamıştır. Bu son cümlede tasvir edilen sisten yüzlerce yıldır devam etmektedir. Gücünü tanrıdan alan Fransız Kral’ının halkını Tanrı’nın gazaplarından koruması yada Obama’nın halkını İslam tehditinden koruması, jack’in çetesini mağra canavarından korumasından çokta farklı bir yanı yoktur.


İnanış sistemi gelmesiyle beraber ağır ceza sistemide gelmiştir. Ada medeniyeti grup içinde suç işleyenlerin acı veren cezalara çarptırıldığı ve grup dışındakilerin yok edildiği bir periyoda girmilmiş bulunmaktadır. Bu aslında şu anki medeniyet anlayışına geçişteki son adımdır. İstiklal mahkemeleri gibi, otoriteyi tehlikeye sokabilecek bütün güçler yok edildikten sonra sıra sulhe gelicektir. Ama biz bu anı adada görmeden film maalesef bitmektedir.


Bu sahnede ayılıp bayılacak, nasıl olurda o tatlı veletler bu hale düştü denicek bir durum yok. İlk başta orası bildiğimiz dünyadan çok farklıdır. Hayatımızın bel kemiği belirleyen zamanın, tarım bile yapılmadığı için, anlamını yitirmiş durumdadır. Herşeyin yanında, ordaki tek motivasyon kaynağınız hayatta kalmaktadır. Eğer zorunda kalsam birini öldürebilirim diyorsanız, karanlık bir sahilde üstünüze yeşil bir ışıkla gelen cismi paramparça edebilirsiniz.


Milyarda bir rastlanan bahtsız bedevi hastalığına sahip değilseniz, büyük olasılıkla asla bir adada bir grup insanla yalnız kalmayacaksınız. O yüzden çocukların yaşadığı gibi bir deneyim yaşamanız imkansıza yakın. Ama inanınki büyük büyük dedeleriniz buna benzerlerini, bir şekilde ilerlemek yada gelişmek uğruna,  yaşadı. Ve hatta bir başka biçimde, dedelerimizin yaşadıklarını, sizde yaşamaya devam ediyorsunuz. Aldığınız spor ayakkabı yüzünden Çin’de binlerce insan sefalet içinde çalışırken, kullandığınız araba yüzünden hergün dünyanın içine biraz daha ederken, sırf biraz daha rahat yaşamak için Afrika’nın anası bellenirken kimse bu çocuklardan daha masum olduğunu söyleyemez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder