25 Kasım 2010 Perşembe

Şeytan minaresi kimdeyse o konuşur / Sineklerin Tanrısı

Sineklerin Tanrısı filmide (1990 versiyonu), kabaca, Robinson Crusoe’ya benzemektedir. Filmimiz bir grup askeri okul öğrencisini taşıyan uçağın düşmesi sonucu, kurtulan öğrenciler ve tek bir pilotun hayatta kalma mücadelesini işlemektedir. İki eserin konuları birbirine bu kadar benzerken, konu ilerledikçe hikayenin çok farklı yönlere ilerlemesinin nedenide adada yaşayan insan sayısıdır. Robinson Crusoe yalnızlığı anlatırken, Sineklerin Tanrısı toplum olabilme çabasından bahsetmektedir.
 

9 Kasım 2010 Salı

So where are you? / Memento

Ortaokula başladığımız da yıllardır bildiğimiz bir sürü dersin şekil değiştirdiğini görürüz. Bildiğimiz dersler, ödevler eskisi gibi değildir artık. Fen bilgisi artık fizik ve biyoloji adı altında ,bünyenin zor kabul ettiği, fitillere dönüşmüştür. Matematik deseniz, artık Ali’nin Veli’nin parasyıyla uğraşmak yerine denklemlerle kafayı bozmuştur. Türkçe dersindeyse, sazı ele alma zamanı gelmiştir. Önümüze kompozisyon diye « egzersiz » sunarlar. Kuralları son derece basit olan kompozisyon, üç bölümden oluşur : Ne olup biticeği konusunda bizi hazırlayan giriş bölümü, anlatımak istenilenin anlatıldığı gelişme bölümü ve herşeyin sonuca bağlandığı sonuç bölümü. Eğer iyi bir not almak istiyorsanız, yaratıcılığınızı konuşturmadan önce, kurallara uymayı öğrenmelisiniz. Her bir paragraf kurala uymalıdır. Peki herşeyi tepe taklak edersek, bütün kuralları birbirine geçirirsek ne olur ?

4 Kasım 2010 Perşembe

Yıkılan bir Duvar'dan fazlası / Good Bye Lenin

Yaşı uygun olanlar bundan 15 sene öncesini hatırlamaya çalışsın. Yıl 1995. Özel kanallar kurulalı 5 sene olmuştu. PC’ler daha yaygın değildi. İnternet çok kısıtlı bir kitle tarafından kullanılıyordu. Cep telefonu deseniz, ona sahip olmak büyük bir ayrıcalıktı. Bunun yanında alım gücü azdı. Enflasyon yüzde yüzden fazlaydı. Büyük alışveriş merkezleri bir elin parmağını geçmezdi. Birde günümüzü düşünün. Herkes uygun fiyata bilgisayar ve internet sahibi. Cep telefonu deseniz, doğmamış çocuklarda bile var. Onlarca alışveriş merkezi  2010 yılının göze çarpan özelliklerinden. Türkiye’nin tasvir ettiğim ilk resimden ikinci resime geçmesi için on seneden fazlası gerekti. Doğu Almanya içinse bu geçiş bir günden az sürdü. Duvarın yıkılması bizim için televizyonda bir günde çabucak olup bitmiş bir olayken, baş rol oyuncuları için nasıldı ? Cevabını bir anne-oğul ilişkisinden Lenin’i uğurlarken öğreniyoruz.

29 Ekim 2010 Cuma

Korku İmparatorlukları

Sinema korku ögesini, belkide, en çok kullanan sanat dalı. Hem insanları korkutmak, hemde insanlara korkuyu anlatmak için çekilmiş onlarca film olmasıda bunu kanıtlar niteliktedir. Ama ne ironiktir ki korku ve diktatörlük olgularını en gerçekçi anlatan filmler hep ütopik filmler olmuşlardır. Özellikle V for Vendetta ve 1984 filmlerinde otoritenin halka, yaydığı korku sayesinde, hükmetmesi korkutucu derece gerçekçidir. 

28 Ekim 2010 Perşembe

Dört duvar arasında umutlanmak

Kimilerine göre yüzyılın, kimilerine göreyse bir daha benzeri çekilemeyecek bir film. Bana göreyse küçük bir çocuğa bile umudun ne olduğunu anlatan bir yapıt. The Shawshank Redemption çok derin anlamları olan, sizi düşünceler deryasına götüren bir film değil. Aksine bir konser gibi. Başında sizi bağlar, yüreğinize işler ve uzun yıllarca orda kalır. İçinize işlediğinde sizi yormaz. Belkide hep ordan olan duyguları çok iyi anlattığı içindir.

21 Ekim 2010 Perşembe

Mahkumlar ! Sosyal psikoloji dersine hoşgeldiniz !



Yazıma bir soru sorarak başlamak istiyorum. Acaba bir insana işkence yapabilir misiniz ? Eşinize tecavüz etmiş yada çocuğunuzu öldürmüş biri değil, herhangi birine bile bile zarar verebilir misiniz ? Evet, iyi okulları bitirmiş yada belki de kariyerinde emin adımlarla ilerleyen siz, bunu yapabilir misiniz ? İstatistiksel olarak yüzde 93’ünüz hayır cevabını vericeksiniz ve  yine istatistiksel olarak yüzde 88’ iniz, « gerekli durumlar oluştuğun da », suçsuz insanlara zarar vericeksiniz.
Gerekli durumlar oluştuğunda dedim demin. Sanmayın ki bu durumlar savaş yada kıtlık dönemleri. Bir « role playing » oynunda bile ne hale gelebileceğinizi ne siz ne de sizi tanıyanlar tahmin edebilir. İşte filmlerimiz « Das experiment » ve « The experiment » bize nereye kadar gidebileceğimizi gösteriyorlar.

7 Ekim 2010 Perşembe

Bir Daha Mı?


Bu sefer farklı birşey yapayım dedim. Filmimiz Eternal sunshine of my spotless life’ı incelemektense insanlarda oluşturduğu düşünceyi ele almak daha çok ilgimi çekti. Filmimiz mükemmel bence. Ama peki izleyicilerin filmden çıkardıkları sonuçlarda o kadar mükemmel mi ?

  

Gömleği Çözüyorum Pat Pat Pat… / Gemide

Bu filmi seçmemin en büyük nedeni rol, otorite, özgüven, bastırılmış duygular, korku gibi psikoloji bilmini ilgilendiren olguların büyük bir ustalıkla incelenmesi. 4 kişinin, 10 metrekarelik bir sofra etrafında, hayatlarını etkileyecek olaylara karşı verdikleri tepkilerin gerçekçiliği belkide filmi kült film kategorisine girmesinin en büyük nedeni

25 Eylül 2010 Cumartesi

Rosemary's Baby / Benim Cici Bebeğim !

Aslına bakarsanız, günümüz için, gereğinden fazla sıradan konuya sahip bir film. Bir şeytan filminde olması gereken herşey var bu filmde : Garip ayinler yapan satanist bir klan, güzel ve günahkar olmayan bir kadın, kadını tehlikeden korumaya çalışan bilge adam ve hatta şeytanın ta kendisi. Üstüne bol bol katolik simgeler. Peki bu filmi, kült filmler seviyesine çıkaran sadece bu tarzın öncülerinden olması mı ? Yoksa bir Roman Polanski’nin Hitchcock tarzı dehası mı? İşte cevaplar…