9 Kasım 2010 Salı

So where are you? / Memento

Ortaokula başladığımız da yıllardır bildiğimiz bir sürü dersin şekil değiştirdiğini görürüz. Bildiğimiz dersler, ödevler eskisi gibi değildir artık. Fen bilgisi artık fizik ve biyoloji adı altında ,bünyenin zor kabul ettiği, fitillere dönüşmüştür. Matematik deseniz, artık Ali’nin Veli’nin parasyıyla uğraşmak yerine denklemlerle kafayı bozmuştur. Türkçe dersindeyse, sazı ele alma zamanı gelmiştir. Önümüze kompozisyon diye « egzersiz » sunarlar. Kuralları son derece basit olan kompozisyon, üç bölümden oluşur : Ne olup biticeği konusunda bizi hazırlayan giriş bölümü, anlatımak istenilenin anlatıldığı gelişme bölümü ve herşeyin sonuca bağlandığı sonuç bölümü. Eğer iyi bir not almak istiyorsanız, yaratıcılığınızı konuşturmadan önce, kurallara uymayı öğrenmelisiniz. Her bir paragraf kurala uymalıdır. Peki herşeyi tepe taklak edersek, bütün kuralları birbirine geçirirsek ne olur ?



Izlediğiniz bir film, dizi, program, yarışma,… reklama girdiğinde herkes gibi sizde, büyük olasılıkla, zaping eylemi yapmaya başlıyorsunuz. Kanalları, televizyonunuzun size izin verdiği hızda, birer birer geçiyorsunuz. Ta ki ilginizi çeken bir sahne karşınıza çıkana kadar. Zapinge başlayıp bir kanal bulana kadar geçen zamanda onlarca sahne görürsünüz. Dans eden insanlar, yarışma programında alkışlayan izleyiciler yada bir cinayet sahnesi. Hiç biri sizde bir duygu, bir hissiyat oluşturmaz. Memento’yu izlemeye başladığınızda Leonard’ın Teddy’i vurmasından sonra herhangi bir duygu oluşturmaması gibi.

Bana göre Memento iki özelliğiyle sinema tarihine geçmiştir. Biri popüler sinemadaki ender « karışık » filmlerden biri olması, bir diğer nedense Christopher Nolan’ı sinema dünyasına sokması. Ama benim dikkatimi çeken bir diğer özelliğiyse « anlamsız bir başlangıca » sahip olması. Hele ki Shawshank Redemption’in mahkeme sahnesi veya Saving Private Ryan’daki  Normandiya çıkartması sahneleri filmin ilk on dakikasında izleyiciyi filme bağlamıyor, onları filmle bütünleştiriyor sanki. Memento’yu izlemeye başladığınız da zap yaparken şansa  bir ucundan yakalamışsın hissiyatına bürünüyorsunuz. Alakasız bir yerden başlamışsınız gibi. Çarpıcı girişe sahip filmlerle Memento arasında ki ortak noktalardan biri, izlemeye başladıktan 10 dakika sonra hassiktir demeniz. Gerçi biri için hayranlığınızı saklayamadığınızdan diğeri içinse paranızı ve zamanınızı boşa harcadığınız için lanet ettiğinizden bu tepkiyi sarfediyor olucaksınız. Ama bu kadar çabuk sinirlenmeyin. Ne demişler, sabır en önemli erdemdir.

Sabır en önemli erdemdir çünkü filmde geçen her dakika bir dakika önce sorulan soruların cevabını barındırmaktadır. Bu durumu ilginç kılansa Leonard’ın « kısa dönem hafızası »’yla ilgili problemidir. Çünkü beş dakika önce kavga etmiş, ölümden dönmüş olsa bile unuttuğundan bu yaşadığı önemli olayın etkisini taşımamaktadır. Bu yüzden her yeni verilen bilgi içinde bir soru barındırmaktadır. Ve bu sorunun cevabını almak için filmin sonunu beklemeniz gerekmemektedir. Bu durumu  « arkası yarın » tipi dizilerin, bir hafta sonra izleyiciyi merakta bırakacak sorunun sorulduğu son beş dakikayla, bir sonraki bölümde cevabın verildiği ilk beş dakikayı durmadan izlemeye benzetiyorum. Bu sayede izleyici o monoton başlangıcın sıkıcılığından kurtulup, filmde her ayrıntıya dikkat veren bir hale bürünüyor.

Memento, anladığınız gibi,  kıçtan başa giden bir film. Sonucu, alışılmışın aksine, en başta öğreniyoruz. Biraz kitabı tersten okumak gibi. Babam Titanic vizyona girdiğinde « ben bu filme gitmem, sonunu biliyorum » deyip, gitmeyi reddetmişti. Aslına bakarsanız haksızda değildi. Herkes en az bir kere, gitmek istediği filmin sonunu önceden söylediği için bir arkadaşını haşlamıştır. Ama birde diğer açıdan bakalım. Genelde normal düzende ilerleyen bir filmde, gelişme bölümüne geçildikten sonra, izleyiciye  çok seçenekli bir son sunulmaz. 6th Sens gibi izleyiciyi ters köşeye yatıran filmler olsada, filmlerin çoğunun sonucu iki seçeneklidir. Mesela ,genelde, korku filmlerinde, ya kurtulurlar ya ölürler gibi iki olasılıklı bir son beklemektedir bizi . Ama sondan başa gittiğinizde, Leonard’ın Teddy’i neden öldürdüğünü açıklayabilecek onlarca neden vardır. Bu yüzden kendimize şunu sormalıyız : Bizi ilgilendiren sonuçlar mı nedenler mi ?

İnsanlar anlamak isterler. Neden sonuç ilişkisini kurup, tutarlı cevapları isteriz hayatımızda. Sokakta çıplak birini koşarken görsek önce şaşırırız, sonra da deli deyip geçeriz. Bizi şaşırtan, nedeni « açık » olmayan bir olay karşısında, olayın olma nedenini adamın deliliğiyle açıklama getirmemiz bizi rahatlatır. Çıplak-Deli bağlantısı gibi ilişkilendirmeleri hergün bilinçsizce yaparız. Biri mont giyiyorsa üşüyor, başı örtülüyse dinci, garip dans ediyorsa apaçi deriz. Bu tür neden bulma oyunları, bir ihtiyaçtır aslında. Ve bu oyunların önemi, olayın bizle olan bağıyla doğru orantıda olarak artar. Yani sokakta tanımadığınız bir adamın çıplak dolşamasındansa kuzeninizin dolaşması daha çok ilginizi çeker.

Bu yüzden filmin ilk yarım saati sıkıcı. Bu süre içerisinde filmde sürekli geçen 3 karakteri tanıma ve benimseme şansı veriliyor bize. Bunun yapılmasındaki önemli nokta şu. Filmin başrol oyuncusu Leonard diğer başroldeki Teddy karakterini vuruyor. Filmin başı, daha öncede dediğim gibi, hiç bir önemi olmayan, ortalama bir kurtlar vadisi bölümünde 15-20 kere olan, bir cinayet sahnesinden oluşurken karakterlerin kafamızda « kimlik » kazanmasıyla önemseyeceğimiz, belkide « iyi oldu » diyeceğimiz bir  cinayet sahnesi halini alıyor. Yarım saatin sonunda kafamızda üç karakter hakkında, üç kanı oluşuyor. Matrix’te cehalet erdemdir diyen ve herkesin sinirini Cypher karakteriyle bozan Joe Pantaliano, Teddy karakteriyle aynı sinir bozucu halini sürdürmekte. Giyinişiyle, bıyıklarıyla, konuşmasıyla izleyicide « pislik » izlenimi oluşturuyor. Matrix’in güzel Trinity’si Carrie- Ann Moss, bu filmde Nathalie adında saf, masum ve mağdur rolünde karşımıza çıkıyor. Baş roldeyse Guy Pearce karşımıza, karısına tecavüz edilmiş ve öldürülmüş, ne yapsa haklıdır, Leonard rolüyle çıkıyor izleyicinin karşısına. 

Karakterlerle ilgili en önemli ayrıntıysa, izlerken kafanızda oluşan izlenimlerle, Leonard’ın resimlerin arkasına yazdığı yazılarla uyuşması. Örnek Teddy bizim içinde, Leonard içinde güvenilmeyecek biri. İzleyici bir olaya, sahneye, görüntüye odaklandığında, gördüklerini analiz edip, kategorilere ayırır. Yani algıladıklarımız iyi, kötü, çirkin, ucuz, kalitesiz, … gibi onlarca kategoriye bölünür. Bu sayede, bir kişiyi tanımadan, o kişi hakkında onlarca kanıya varabiliriz. İşte önyargının çıkış noktasıda budur. Ama bu filmde ön yargı söz konusu değil. Çünkü Leonard da bizimle aynı fikirde. Kendi oluşturduğu "sistem" sayesinde, Leonard’ın hayatında hataya yer yok. Altı onlarca kez çizilen « Leonard’ın hatasızlık için uğraşısı » sayesinde kafamızdaki yargıların doğruluğu yada yanlışlığıyla ilgili herhangi bir doğrulama ihtiyacı hissetmiyoruz. Hem zaten Teddy’nin suratından pislik, Nathalie’nin gözlerindende seksilik akmıyor mu ? Biz ve Leonard yanılmış olamayız.

Ama yanıldık, hemde çok kötü yanıldık. Zaman geçtikçe, film bir « önyargılar nasıl hatalıdır » dersine dönüşüyor. Aslına bakarsanız yönetmen bizi, bir anlamda, ters köşeye yatırıyor. Olabilecek onlarca nedeni düşünürken en başından hata yaptığımızı suratımza tokat gibi çarpıyor.  Belki bilinçli olarak, belki de şansa Nolan filmde hepimizin yaptığı bir hatadan bahsediyor: Beynimizin bize oyun oynaması. Leonard’ın sık sık dile getirdiği beyninize güvenemezsiniz sözü kanıtlar biçimde yaptığımız bütün « mantık yürütmeleri », filmin gidişatıyla beraber, teker teker çürütülüyor.

Şimdi teknik bir eleştiri zamanı. Sammy’e uygulanan psikoloji testi yanlış yorumlanıyor. Öğrenme üzerine ilk deneyler şartlandırma üzerine yapılmıştır. Hayvanların bilinç dışı bir biçimde, bazı davranışları öğretmeyi hedefleyen bu çalışmaların en ünlüsü, ve herkesin bildiği, Pavlov’un köpeklerle deneyidir. Sammy’e uygulanan deneyse Skinner tarzı diye adlandırılan şartlandırma yapılması üzerine kuruludur. Amaç, bilinç dışı bir biçimde, piramid biçimindeki objenin süjeye zarar vericeğini öğretmektir. Eğer sorun psikosomatik yani psikolojik bir problemin fizyolojik bir soruna açması nedeniyle olması durumunda, hasta bir şekilde piramide dokunmak istemeyecektir. Eğer sorun fizyolojik yani hasta öğrenme yetisini tamamen kaybetiyse, bilinçli yada bilinçsiz öğrenme gerçekleşemeyeceğinden, o elektrik veren piramide dokunmaya her seferinde devam edicektir. Film sırasında bu durumun tam tersi biçimde yorumlanması beni rahatsız etti.

Ama bu eleştirim bile filmin sonunun yorumlanmasına göre anlamsız kalabilir. Leonard, başından sonuna kadar gerçekleri kendi isteği doğrultusunda manipüle etmiş. Gerçekleri çarpıtmamakla övünen abimiz, aslında hayatını bir yalanı kovalamak üzerine kurması bizi şaşırtırken benim için bir çok konuyu aydınlattı. Not tutarken ayrıntısız ve üstün körü olması, film boyunca beni rahatsız etmişti. Çünkü bu hatalardan dolayı yanlış sonuçlara varabilirdi ve varmıştıda. Neyse ki sonunda bütün olayları kendini « memnun » hissetmek için değiştirmesi her saçmalığın açıklaması oldu.

Gerçeği istediğin gibi algılamak, geçmisi hatırlamasan bile, için karınızın tecavüz edilip öldürülürken sizin nörolojik problemler yaşamanıza gerek yok. Hepimiz hergün buna benzer onlarca illüzyonu bilinçli olarak görürüz. İşimizle, ailemizle, arkadaşlarımızla, sevgilimizle ilgili bir sürü konuda kendimizi kandırırız. Gözümüzün önünde dursa bile, birçok şeyi görmekten kaçınırız.  Bu tür oyunlara başvururz çünkü birçok kez gerçeklerle yaşamak bizi yorar ve üzer. Anlayacağınız bir tür kendimizi koruma yöntemi. Ufak tefek şeyler için bile duymak istediğimizi duyup, görmek istediğimizi görürken, karısını ölümden kurtaramamış bir adamın bu yaptıklarını haklı görmek kadar normal birşey olabilir mi ?

1 yorum:

  1. karısını öldüren zaten leonard'tı. yani hatırlaması gereken sammy zaten kendisiydi. diyabet hastası olan leonardın kendi karısıydı. eşinin ölümüyle tecavüzcünün alakası yok. çünkü o gece leonard karısını kurtardı. ancak başını aynaya çarparak onu bayıltan adam leonard'ın nörolojik problemler yaşamasına sebep oldu. benim filmin sonundan anladığım bu. ki zaten sammy'i bakım evinde gösterdikleri sahnede bir an için leonardıgörüyoruz. yanılıyor muyum?

    YanıtlaSil