24 Nisan 2011 Pazar

İroninin böylesi / King’s Speach


     Hayatta hepimizin isteyipte başaramadığımız şeyler olmuştur. Çalışmışızdır, çabalamışızdır ama olmamıştır. Bu tür durumlar, özellikle, askerlikle alakalı filmlerde sıklıkla boy gösterir. Askerlik ve vatan sevgisiyle dolu cesur bir erkek çok şişman olduğu için askere alınmamaktadır. Savaşlarda düşmanla çarpışmak, ölümcül görevler için Allah’ın unuttuğu yerlere gitmek o fazla kiloları vermekten çok daha kolaydır. Ya da, en azından, bu şişman cesur kahramanımız için durum böyledir. İşte bu askerle güneşin batmadığı imparatorluğun müstakbel kralı aynı problemden müzdariptir. Çok daha büyük işlerin altından kalkmadan önce önlerindeki en büyük engeli yani kendilerini aşmaları gerekmektedir. Bir « kendini yenme » hikayesi olan, taze Oscar’lı King Speach bu haftaki konuğumuz.





 
      Filmin kendisi başlı başına büyük bir ironi aslında. Herkes tarafından takdir edilen bir ailesi olan, zeki, sorumluluk sahibi, ülkesini seven ve fedakar bir prensin tek eksiği kekeme olmak. Bir sözüyle belki de imkansızı yaptırabilecek birinin tek yapamadığı o sözü söyleyememesinden daha büyük bir ironi düşünebiliyor musunuz? İşte bütün film bu ironinin nedenleri ve sonuçları üzerine kurulmuş durumda.

      Film kabaca kekeleme problemi olan bir prensin, sorununu yenmek için  bütün geleneksel yöntemleri kullandıktan sonra, farklı bir « iyileştiriciye » kendini bırakmasını konu alıyor. Kekeme problemini yenmeye çalışmasıyla « kariyerinde » hızla yükselişi aynı anda gerçekleşiyor. Bu genel ve gazetelerin sıkıcı Cumartesi eklerindeki gibi yazdığım konu özetinden sonra gerçek konudan bahsedebiliriz. Film birbirine benzeyen ama aynı zamanda hiç alakaları olmayan iki insanın birbirlerine destek olmalarını konu alıyor. Bu ikili mutlu özel hayatları olan. İkiside görünürdü mutlu. Güzel bir aile, hayırlı çocuklar… Çevreleri tarafından saygı duyulan kişiler aynı zamanda. Tek problemleri içlerindeki ukteyi gerçekleştirememiş olmaları. Tabi biri için kral olmak, diğeri içinse büyük bir tiyatrocu. Biri kendinden büyük bir kardeşi ve kekeme olduğu için hayaline kavuşamazken, diğeri Avusturalya’nın küçük bir şehrinden geldiğinden ve yaşlı olduğundan dolayı hayalinden mahrum kalıyor. Dediğim gibi birbirine benzeyen ama aynı zamanda hiç alakaları olmayan iki insanla alakalı bu film.

     Herhangi bir filmi izlerken, bazen, başka bir filmi çağrıştırdığı olur. Bu çağrışım bilerek tetiklenirse sinema entelleri buna « saygı duruşu » adını verir. Ama bazende insanın karmaşık zanettiği hayatının aslında sanılandan çok daha basit olduğundan gerek bir sürü alakasız benzerlik görülebilir. Ben bu filmi Rocky V’e benzettim. Evet King’s Speach’de terli, vahşi ve testosteron kokan havadan eser yok ama kendi kişisel mutluluğunu başarısını bir başkasına bağlamış bir Rocky var. Koç-sporcu ya da öğretmen-öğrenci filmlerinin kurgusu bu temel üzerine inşaa edilir ve Akademi bunu baya sever (Million Dolar Baby örneğinde olduğu gibi). Ama bu kez rutinin biraz dışına çıkılarak terapist-hasta ilişkisi ele alınmış. Ve önümüze iyileştiricimizin hayattaki tek amacını hastasının kral olup olmamasına bağlamış.

     İşte tam bu ikilinin ilişkisi gelişmeye başladığı anda, normalde o « kişilere » yakışmayacak davranışlarda bulunduklarını görüyoruz. Önümüze kendine bile itiraf edemesede taht sevdasıyla yanan bir adam ve o adamın tahtı geçmesi için vatan hainlerine yaraşacak tavsiyeler veren ikinci bir adam sunuluyor. Unutmayalım ki Yedi Günah’lı bir dünyada yaşıyoruz. Kökenlerine bağlı olan batı sineması günahlar dolu ama bir o kadar da doğal olan duyguları anlatma konusunda, bana göre, hep başarısız olmuştur. Peki bu filmi de başarısızlar hanesine ekleyebilir miyiz ? Eğer duygu konusunda başarısız olsaydı bu film, filmi izlerken biz seyirciler, hayattaki tek problemi kekemelik olan bir kral için üzülmezdik. Onun başarılı olmasını bu kadar istemezdik. İnsan havada bir duygu kırıntısının bile kokusunu alsa, kafasındaki empati çarkları çalıştırmaya başlar. Eğer bir filmi izlerken, empati kurabiliyorsanız, anlayın ki o filmde verilmek istenen duygu başarıyla aktarılmıştır. Keza insan kafası bir makina gibidir.  Eğer duygu olması gerektiği gibi yansıtılmazsa, beynimizin empati kısmı çalışmaya başlamaz. Yani başarısız bir duygu yüklü sahne eşittir hiç bir şey hissetmeyen, odun gibi bakan seyirci topluluğudur.     

      Şimdi tekrar 6. George’la Lionel’in ilişkisine geri dönmek istiyorum. Daha doğrusu Lionel’in Bertie üzerinden kendini tatmin etmeye çalışmasına değinmek istiyorum. Çevremizde buna benzer çok örnek görürüz. Hırs küpüne binen ve çocuğunu yarış atı gibi üniversite sınavına hazırlayan anneler mesela. O anneler için tek önemli olan sınav sonuçlarının açıklandığı gün, TC kimlik no yazıldıktan sonra ekrana çıkıcak olan sonuçtur. Sorduğunuzda öncelik çocuğunun mutluluğudur ama kimsenin söyleyemediği ama herkesin içten içe bildiği bir gerçek vardır. Bu gerçek o tip annelerin önce kendi mutluluklarını düşündükleridir. O an çocuğun başarısı yoktur, kendi başarısı vardır. Çocuğun alıcağı herhangi bir başarısızlığı anne kendi başarısızlığı olarak yorumlayacaktır ve her başarısızlığı hazmedemeyen insan gibi bu başarısızlık korkusunu çocuğuna baskı kurarak göstericektir. Liobel ve Bertie yürürlerken Lionel’ın kendini kaybedip, hırs naraları atma nedeni de işte budur.

     Kendimiz bir konuda başarısız olduğumuzda bunun bizde yaratacağı « ukte »leri bir şekilde gerçekleştirmeye çalışırız. İngilizcede Freudian Slip adı verilen ukteler, bilinç altımızda yarattığı stresi atma amaçlı hareketlere yol açar. İşte canavar annelerin çıkış noktası da büyük olasılıkla budur. Anlayacağınız kendi hayatlarında gerçekleştiremedikleri amaçları, dolaylı yoldan kontrol ettikleri kişilerin aracılığıyla başarıya ulaşma arayışı bu aslında. 

     Filmdeki son sahne beklenen sahneydi. Büyük konuşmanın canlı yayında yayınlanması. Filmin en can alıcı, en etkiliyici sahnesi gibi görünse de bence Colin Firth’e Oscar’ı gerçekten hakketiğini ispatlayan sahne Hitler’in konuşmasını dinlediği sahnedir. Orda anlamadan, projektörün yansıttığı ekrana bakıp, yüzbinlerce insana hitap edişini izlemesi inanılmazdır. Yüzünün aldığı ifade bile bütün filmi özetlemeye yetmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder