11 Şubat 2011 Cuma

Amatör konulu dört film

Hemen heyecanlanmayın ! Bilgi Üniversitesi’nde çekilen porno filmin, yoğun istek üzerine, hazırlanan devam filmlerinden bahsetmeyeceğim. Bugünkü konumuz, Blair Witch Project’le başlayan amatör kamerayla çekilmiş gerilim filmlerinden örnekler : Aylarca « acaba bu gerçek mi ? » sorusunu sorduran The Blair Witch Project, doğa üstü olayları yatak odamıza getiren Paranormal Activity, JJ Abrams’ın etkisini iyiden iyiye hissetiğimiz Cloverfield ve İspanyol geriliminin en iyi örneklerinden biri olan Rec terapi koltuğumuzun bugünki konukları.



Gerilim filmi çekenlerin yakalamaya çalıştıkları en önemli nokta seyircide empatiyi körükleyebilmektir. Bir seyirci ne kadar çok empati yapıp, kendini olayın içinde hissederse, o film o kadar etkileyicidir. Tabi burda etkilenmiş seyirci demek, gerilmiş izleyici demektir. Yapımcı, yönetmen ya da senarist ne kadar çok izleyicisini korkutursa, o kadar, psikopat vari, bir zevk alır. Bu yüzden izleyiciye germe yolunda her yol mübahtır. Bu yollardan biri de son dönemlerin popüler « handycam » ile çekilmiş filmler yapmaktan geçmektedir.

Bu tür filmler izleyiciyi korkutma/germe konusunda, türün diğer örneklerine göre, bir sıfır önde başlıyorlar. Bunun nedeniyse klasik seçimlerde sahneyi dışardan izleyen 3. Kişi hissiyatından kurtulup, olayın aktörlerinden biriymiş gibi hissetmemiz sağlamaları. Aktör gibi hissetmekte öyle kolay iş değildir. Kameraya yön veren kişinin sizin o anda vericeğiniz karara yakın kararlar vermesi gerekir. Cloverfield’deki metro sahnesinde kamerayı tutan elemanın ufak yaratıkları gördüğü anda kalakalması ya da Blair Witch Project’teki çadırdan kaçtıktan sonra karanlıkta ne yapıcağını bilmeden donup kalmaları. Hepsi zekice seçilmiş, seyircilerin tepkisini doğru tahmin edilerek yazılmış senaryoların sonucudur. Ama bütün senaryoyu « seyirci bu durumda ne yapardı ? » sorusu üzerine kuramazsınız. Çünkü korku anında insan tek bir şey yapar : Kaçmak.

Bu soruna Rec çok zekice bir çözüm bulmuş. Filmin geçtiği binanın kapılarını kapatmış ve kalın orda demiş. Ya da Blair Witch’deki gibi nereye gidersen git tehlikedesin mesajını vermiş. Bu filmlerin aksine Paranormal Activity’de ve Cloverfield’de oyuncular tehlikenin göbeğinden kıçlarını kaldırıp kaçmıyorlar. Hatta Cloverfield’de bir kız uğruna onlarca tehlikeye giriyordu bir grup aptal. Ama ne yaparsanız yapın, seyirciyle aynı frekansı her zaman yakalayamazsınız. Daima kurgu için saçma kararlar aldırmalısınız oyunculara. Bu yüzden de "neden" kılıfını iyi ayarlamak gerekiyor. Galiba bu kategoride en başarısız film sanırsam Paranormal Activity. İnsan fare tıkırtısı duysa evi terkederken, ev sakinleri yerlerde sürüklenmelerine rağmen evden inatla ayrılmıyorlar.

Dikkat çekici bir başka konuysa, bu tür bütün filmlerin temasının olağan üstü konulara dayanması : Cadı, canavar, zombi ve ruh. Ama en çok doğa üstülüğü, doğal olarak, paranormal activity’de görüyoruz. Yatak odasına yerleştirilmiş kameradan, sapıkça fantazilerden arınıp, gece boyunca gerçekleşen doğa üstü olaylara tanıklık ediyoruz. Ne zaman ki gece oluyor, seyirci de gerilim seviyesi yükselmeye başlıyor. Sorun şu ki film uzadıkça izleyicinin sabrıda kayboluyor. Bir süreden sonra « ne olucaksa olsun » demeye başlıyorsunuz ki o andan sonra dikkat dağılıyor dolayısıyla gerici atmosferde. Ama herşeye rağmen son sahnesi takdirimizi hakediyor. Ama son sahne demişken The Blair Witch Project’i atlamamak gerekiyor.

Her şey 1999’da kulaktan kulağa yayılan bir film dedikodusuyla başladı.  Deniyordu ki polisler tarafından bulunan bir çekim kaydını film haline getirmişler, çekimlerin hepsi gerçekmiş. Bu dedikodu 81 dakikalık bir efsanenin oluşmasına neden oldu. 3 gencin Blair cadısı efsanesini araştırmaya çıkması ve cadının bir efsaneden fazla olmasını konu alan film tam bir ekonomik başarıydı. Rakiplerine göre çok komik bir bütçeyle çekilen filmde paranın çoğu « dezenformasyon » için harcanmıştı. Bana göre bu filmi başarıya götüren iki neden vardı. Birincisi oyuncuların, hiç bir set ekibi olmadan gerçekten ormanda kalarak, tamamen amatörce ve tek başlarına filmi çekmeleriydi. Filmi ormanda çekerken acaba başımıza bişey gelir mi korkusu duydukları rahatlıkla anlaşılıyordu. Bir diğer faktörse korku faktörünü yani cadıyı hiç görmememizdi. İzlerini buluyorduk, seslerini duyuyorduk ama cadıyı hiç görmüyorduk. Tam sonunda görücekken, kameranın düşüp, filmin bitmesiyse insanlarda tam bir « hassiktir » havası yaratılmasını sağlamıştı. Öcü olmadan öcü filmi çektikleri için burdan tekrar saygılarımı sunuyorum The Blair Witch ekibine. Öcü demişken Cloverfield’den de bahsedelim.

Bu dört filmin içindeki en büyük yapım Cloverfield. Bir canavar filmi olduğu için doğal olarak büyük öğeler içeren filmimiz bir JJ Abrams başyapıtı. Konusu açık ve basit : New York şehrine canavar saldırıyor ve bir grup arkadaş canavardan kaçmaya çalışıyor. Prodüksüyonun büyüklüğü sayesinde baya bir bilgisayar efekti kulllanılan filmde tempo nerdeyse hiç yavaşlamıyor. Paranormal Activity ve The Blair Witch Project’in ilk dakikalarından itibaren sizi neyin bekleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirken, uzun bir süre Cloverfield bir kapalı bir kutu gibi karşımızda duruyor. Özellikle büyük Amerikan ordusunun bile elinin kolunun bağlı olmasından dolayı insan da umutsuzluk duygusu yeşeriyor. Uzun süre çekim yapan kameramanı görmememiz bizi olayın içine daha çok sokuyor. Ama bence bu filmin farklılık yarattığı en önemli nokta, filmde asıl gerilimin öğesinin ki burda canavardır, ne olduğunu tam bilmememiz. İlk başta bu ne acaba sorusuyla bizi gererken, filmin ilerleyen saatlerinde, acaba kurtulabilecekler mi telaşı alıyor insanları. Bu iki aşamalı germe konusunda aynı yolu izleyen bir diğer filmse REC.

Bu tür filmleri izlemeye gittiğiniz de filmin konusunu bilmemek önemli bir avantaj oluyor. Hele ki REC gibi filmler de. Bir kameramanın ve bir sunucun, itafayecilerin bir akşamını çekmek amacıyla başlayan hikayelerinin nereye varıcağını kesinlikle kestiremiyorsunuz. Önünüzde serilen bu karanlık yol zaten tırsmanız için yeterli oluyor. Konu anlaşılıp, ne olup bittiğini anladıktan sonra film bir zombi filmi haline geliyor. O saatten sonra açıkçası beni pek sarmadı. Zombilerin ordan burdan çıkması dışında korkulacak bir yanı olduğunu düşünmüyorum, düşünemiyorum. REC filmini özel yapan, kamerayı bir televizyon kameramanın çekmesi. Bu şu demek oluyor : « Hergün saatlerce size gerçekleri ileten haber programı bu kez size korkunçluğu gösteriyor ». Filmin gerçek hissedilmesinde aracı faktörün inandırıcılığı çok önemlidir. Genelde sorgusuz kabullendiğimiz televizyon ekranından izler gibi olmamız filmin içine girmemizi kolaylaştırmış.

Dört filminde kendine göre ayrı stilleri var. Farklı yöntemlerle, farklı yollarla seyirciyi vuruyor. Yakın zamanda yeni stillerin, seyirciyi etkileme yolunda yeni yolların denenmesi bir sinema sever olarak beni mutlu ediyor. Girişi gelişmesi ve sonucu aynı filmerden bıktım usandım artık. Ama bir film var ki amatör kamera çekimi filmler dünyasında ayrı bir yeri vardır benim için : Ada zombilerin düğünü. Kesinlikle bir başyapıttır, izlenmemesi hatadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder